Yasamimin icinden pek cok hikaye gecmisti. Hepsinin de tek kahramani bendim. Aslinda kendilerine yazilmis gibi görünen kisilerin bu kutsiyetten hic haberleri olmamisti. Evet, biraz ucundan kiyisindan onlarin kalbine dokunan taraflari da olmus olabilirdi. Ancak bu dokunusun benim yazilarimin yanindaki kiymeti, Romanin yanisini duyan Venediklilerdeki sigara dumaninin kiymeti kadardi. Giden su bendim, seyreden de. Köprü benim hayatimdi, küpesteleri oksayan el de. Yerin derinlerine giden toprak da bendim, cicege dönsün diye bekleyen de ben. Bahcivan da bendim, gül de. Bütün yazilarim, bütün dokunuslarim sadece kendi icime yönelik dokunuslar, hissedis ve titreyislerdi. Bu yöneliste kim bana yoldaslik yapiyorsa, o da bu güzellikten hissesini aliyordu kendince. Bu yetmeliydi lilaya. Bununla benim arama girip tadini almis bir aski bu kadar ucuza harcamamaliydi.
Bütün yazilarim, siirlerim, on sekizime, yirmi birime, otuz besime olan özlemden ve kendimi tekrar yasamaligimdan ibaretti, o kadar. Güle gül dediysem, kendimi sevisimdendi. Bülbülü kafesinden salmissam, kendimi özgür kilma istegimdendi. Babami anmissam, babaligimin hakkini vermek istememden ve kime ulasmissa yazilarim, kendi mestane halimi hayalen ellerime alip kücük bir kus gibi sevmek istememdendi. Evet, anliyordum ve biraz da hak veriyorum lila güzelime. Ne onu, ne de kimseyi bu güne kadar sevmemis miydim gercekten Onda da, ondan öncekilerde de sadece kendimi mi sevmistim Bunu kabul etmek zordu, ama gerceklik payi da yok degildi. En azindan lilanin hak ettigi kadar sevememis, onu kendimle paylasmistim. Oysa aska sart olan yalnizca tek bir sevgiydi. Kendini bile unutup, yalnizca tek bir aski kovalamakti.